16 Ağustos 2013 Cuma

'Ayışında oturuyorduk bileğinden öptüm seni

İstanbul'da geçen koşturmacalı 10 aydan sonra Haziran geldiği gibi (yani okul bittiği gibi - yani sen çekimlerine ara verdiğin gibi) tatile gitmeye karar vermiştik. Aslında tatil değildi niyetimiz, yorucu şehirden çıkıp özümüze, sakinliğimize dönelim istemiştik. Babam arkadaşlarımla 'mezuniyet tatili' yapacağımızı zannederken, annem gerçeği bildiği için tedirgin uğurlamıştı beni. Onu rahatlatmak için '-korkma, üzüleceğim hiçbir şey yapmam' demiştim. Sonra seninle buluşup Cunda'nın yoluna koyulmuştuk.

Semoş gülümseyen yüzüyle bizi karşılamış, mutlu bir kavuşma yaşamıştık. Yürürken bi' ordan bi' burdan konuşup geçen yıldan bu yana değişen bir şey var mı diye etrafı kolaçan ediyorduk. Sonunda yeşil kapılı eve varmıştık, Semoş bizim için harika yemekler yapmıştı. Yemekten sonra üçüncü kattaki terası arka bahçeye bakan büyük odaya sen; ikinci kattaki yatak odasının karşısında kalan balkonu ön yola bakan misafir odasına ise ben yerleşmiştim.

Bir önceki yılı tekrarlamaktan deliler gibi keyif alıyorduk. Kumsalda ayaklarımız yanarken koşmayı, ekşisine doyana kadar limonlu dondurma yemeyi, sıcak tam kıvamındayken taş kahvede kahve içmeyi, taşlara takıla takıla bisiklet sürmeyi, Semoş'un hikayelerini kahkahalarla dinlemeyi, birbirimize kahramanlarını hayal ettiğimiz romanlar okumayı amaç edinmiş çocuklar gibiydik. Tabi ki asıl görevimiz olan yıldız bakıcılığını hiç ihmal etmiyorduk.

Beşinci gecemizde Semoş erken uyumuş, ben bahçede otururken sen fotoğraf makinenle yanıma gelmiştin. Sanki daha önce hiç fotoğrafımı çekmemiş gibi tuhaf bir heyecanla '-bu gece fotoğraflarını çekeceğim' demiştin. Sümbüllerle aynı kadraja girdiğim ilk pozumu oturduğum yerde gülümseyerek vermiştim. Sonra sen hayalinden geçen duruşları, bakışları anlatıp istediğin pozları yakaladıkça deklanşöre her seferinde telaşla basmıştın. Sonunda yorulmuştuk, '-neden çektin bunca fotoğrafı' diye sorduğumda başını dizime yatırmış, gözlerinle gökyüzünü okşayıp '-masumiyetini kaçırmak istemedim' diye yanıtlamıştın. Ne tuhaf! Utanmıştım.

'-dans edelim mi' diye sormuştum yine gözlerim yıldız yıldız... Sessizlik tadına doyamadığımız eşsiz bir müzikti ve biz bu dansta çok iyiydik. Bizi izleyen kediler vardı tek, bir de sümbüller. Yaşadığım hissin kutluluğunda boğulacağımı zannediyordum. Ayaklarımız birbirini takip ederken sağ elinle sağ elimi belinden ayırıp yüzüne yaklaştırmış bileğimi öpmüştün önce, sonra öpüşmeye başlamıştık tutkuyla. O gece sana koşulsuz katılmam aşkın getirdiği bir cesaretti.

Sarılarak, sevişerek, koklaşarak merdivenlerden çıkmıştık. Senin odana çıkmış, insanlığın en ilkel haline varmıştık. Yadırganabilir bu hal bana konuşmayı öğrenmiş bir bebek kadar doğal geliyordu. Terlemiştik. Yorulmuştuk. Sarılmıştık. Ne tuhaf! Utanmamıştım.

'-beni hep sev. sensiz bir hayat geçiremem artık. seni seviyorum sevgilim. seni çok seviyorum.'

İkinci yazımız ve yine Cunda'da son gecemiz. O güne kadar yalnızca bakışlarından, tebessümünden, sıcaklığından hissettiğim sevgini ilk defa dile getirmiştin. Sanki bir sırrını verir gibi, zafer kazandığımı haber eder gibi. İnancın sadeliğini ezip geçmişti sözlerinin.

Çok az uyumuş, sabah erkenden kalkıp izlerimizi yok etmiştik. Kahvaltıda göz göze gelmemeye çalışıyorduk. Semoş garipliğimizi anlamış ama hiç oralı olmamıştı. Eşyalarımızı toparlayıp, vedalaşıp dönüş yoluna koyulmuştuk. Anneme söylediklerimi tedirginlikle tartıyordum içimde. Hesap aynı çıkıyordu: üzüleceğim bir şey yapmamıştım!

Yolculuk halindeydik. Ben cam tarafında oturduğum için akıp giden yola bakıyordum. Sen uykuya yenik düşmüş, beni türlü türlü düşünceyle tek bırakmıştın. Başın omzumda, ellerin kucağımdaydı...

5 Ağustos 2013 Pazartesi

'Yıldızlar dökülür sonsuza içimizden

Fakültede son sınıf olmadan önceki yazdı, annem & babam ve kız kardeşim toplayıp bavulları tutmuştuk Ayvalık'ın yolunu. 15 gün sakinlik armağanı için: 7 saat 22 dakikalık yolculuğun sonunda Ayışığı Pansiyonuna yerleşmiştik. Her yaz gibi deniz saçlarımızı tuza bular, güneş tenimizi yakar, ayaklarımız kumsala iz bırakır ve evimize döneriz hesabındaydık. İlk günler hesaba uyduk. Sabahları plaja indik, akşam ailece rakı-balık yaptık. Ama bu hesap sende şaştı. 

Bir öğle vakti bizimkiler plaja indi, ben sokakları keşfe çıktım. Sonra yorgunluk kahvesi içmek için taş kahveye girdim. Aylak Adam bana eşlik ediyordu satır aralarında.

Sonrası,
'-Yıldızları izleyelim mi'
'-Gündüz vakti mi'
'-Hayır, her gece, uyumadan önce'

Sonrası, 3 gün sonra.

Sonrası, 
'-Akşam balık yiyelim mi'
'-7'de'
'-Nihat'ın yerinde'

Sonrası, Semoş'un yeşil kapılı beyaz taş evinde kahvaltı.

Sonrası diyorum ya hesap şaştı. Tatilin bitmesine 7 gün kalmış, aklım, yüreğim, ruhum sana tutulmuş. İstanbul bizi bekler. Cunda'nın sokakları bizi saklasaydı ya. Zaman dursaydı ya. Gemileri ateş olmadan, duman olmadan yaksaydık ya. Tek değilim ki, annem & babam '-birine aşık oldum, dönmek istemiyorum' desem ne der. Hesap şaştı ama dönmek mecburiyetten. 

7 gün su gibi geçmişti. Güneş doğarken plaja iniyor, akşam üzeri Semoş'a kahveye gidiyorduk, Semoş bize rahmetli deden Ahmet Bey'le nasıl tanıştıklarını, evliliklerini, sizin doğumlarınızı, Cunda'ya yerleşmesini hatırladıkça anlatırdı. Sen sıkılırdın, bense dinlerken mutlu olurdum. 

Sonrası, İstanbul.

Sonrası fakültede ders çıkışı buluşmalarımız, Kadıköy'e yürümelerimiz, vapurda sustuğumuz anlar, her kıvrımını öğrendiğim düşüncelerin, her duyguma karşılık gelen ifadelerin. 

Sonrası 2 yıl. 

Sonrası yine bir öğle vakti çay içerken konuşulanlar, sonrası hep şüphe, sonrası yok.

Cunda'da son gecemiz, kumsala uzanmışken doğrusu yıldızları izlerken bana söylediklerini hatırlıyorum bazı bazı. Şöyle demiştin:

'-Yıldızlar sensiz böyle parlar mıydı bilmiyorum. Yan yanalığımızı seviyorum. Yarın İstanbul'a gidiceksin. Ayrı kalacağımızı düşünüyorsan yanılıyorsun. Ben de dönüyorum. Beraber yıldızları izlemeye İstanbul'da devam edeceğiz. İnan bu hep böyle olacak. Her şehirde ve her şekilde.'

'-Dans edelim mi?' diye sormuştum sana gözlerim yıldız yıldız. Minnet duyuyordum geceye. Geyikli gece misali. Ayaklarımızdaki sandaletleri çıkarmıştık. Müthiş bir ciddiyetle kumları savururken dolanışlarımız, gözlerimizi birbirimizden ayıramıyorduk. Sessiz bir müzik eşlik ediyordu bize, dalgalar kıyıya vururken uzakta kalanların anlaşılmaz sesleri birleşiyordu, umursadığımız tek şey sessiz müziğimizdi. Yavaşladık. Yaklaştık. Öpüştük. Sarıldık. Ve fısıldadım.

'-Sen hep böyle kal. Sıcak ve Telaşlı. Ben seni hep severim.'

İlk yazımız ve Cunda'da son gecemiz. Sevdiğini söyleyen ilk kişi ben olmuştum. Öyle ya sır değildi bu, zafer hiç değildi. Sade bir sevgi, söylenmeye değerdi. Ve ben seni sevmiştim, 7 günde. Senin beni sevdiğini söylediğin geceyi başka sefer anlatırım. Son olarak söylenmeye değer bir şey kaldıysa bilmeni isterim; yan yanayken geceler daha güzeldi.