30 Temmuz 2013 Salı

'Bırakılmış bir köşebaşının en güzel tanımıdır adın

Evinin önünden geçtim dün. Karşılaşsak ne derdim bilmiyorum. Belki sormazdın, bilirdin niye kedi gibi dolaştığımı mahallende. Aslında hiç korkmadım karşılaşma ihtimalimizden. Tek korkum yanında başkası varken karşılaşabilme ihtimalimizdi... Cumbanın altında durdum bir süre, oturup saatlerce sohbet ettiğimiz geceler düştü aklıma, sonra bezelye ihtimalli konuştuklarımız ve başka bir hayatta beni bulacağına dair verdiğin söz.

Başka insanlar olmak bir parça zamana bakıyormuş meğer. Senin kumral saçların, senin yeşile çalan ela gözlerin, senin çocuk bakışlarınla bütünlük kazanan gülümseyişin. Sevdiğim adam yaşlanmış, sakallarını uzatmış, ifadesi farklı. En büyük fark ise sevdiğim sıfatı artık di'li geçmiş zamanlı.

İstanbul'un elele tutuşup yürüdüğümüz sokakları da aynı değil, Cunda'nın sarmaş dolaş öpüştüğümüz kıyıları da. Bizli olan hikayelerin geçtiği mekanlar değişirken, zaman yerinde durmazken söylesene sende de oturup saatlerce ayrı geçirdiğimiz yıllardan konuşma arzusu var mı? 

Yoksa tek ben miyim seni gördüğü gibi beyaz bayrağı kalesine çeken. Senden nefret ettiğim günleri affetmek istercesine, tenine dokunmadığım geceleri telafi niyetine, yağmur altında yürüyemediğimiz caddelerin hatrına kalemde beyaz bayrak! Ama kapını çalmayacağım, telefonunu çevirmeyeceğim. Cunda'ya gidersem Semoş'a bile anlatmayacağım bu ikinci şansımızı.

Belki bir köşebaşında tekrar kesiştirir hayat bizli hikayelerimizi.

18 Temmuz 2013 Perşembe

'Ama belli ki sonundayız her şeyin

Tren istasyonuna bakan çay bahçesinde arada bir yaptığımız sıradan öğle vakti sohbetimiz senin çoktan hazırlandığın bir konuşmaya kurban gidecekken; bunu ve bu konuşmanın nelere mal olacağını çoktan sezinlemiş bir halde kendimi gerçeklerinin zavallı elçisi kelimelerine tereddütsüz bırakmıştım. Çaylar gelmişti, çay kaşığını gereksizliğini acelece belirtircesine çay tabağına aklımı ise masaya yatırmıştım.

Başlamıştın anlatmaya, içini deşip gidenleri beni delip geçen kelimelerle.
Başlamıştın hikayeyi ortadan ikiye ayırmaya, beni hayatın içinde yarım bırakmaya...

Hayatım boyunca ne zaman tren görsem dahası ne zaman çay içmeye kalksam aklıma mıh gibi çakılacak ilk cümlen '-sen başka bir hayatta bulduğum O'sun' olmuştu.

Anlamlandırmam çok zor olmamıştı, hani bezelye ayıklarken konuştuğumuz günkü düşündüğüm türlü ihtimallerin biri bile bu değilken o gece yemekten hemen sonra içimde beliren şüpheyi hatırlamıştım, sanki bir önemi varmış gibi '-kaç zaman sonra bana rastladın' diye sorduğumda zaten birikmiş tüm yanlışları açıklayacak olmanın cesaretini sırtına almış deli dehşet bakışlarınla bana '-soru sorma n'olursun, her şeyi anlatcam' diyordun.

2007 eylül'de tam anlamıyla evrak bakıcısı olduğum hayattan bıkmıştım, gündüzü gece yaparken bir amacım yoktu, o günlerden birinde hangisi hatırlamıyorum -yalan söylüyor- sabah erkenden kalktım deniz kıyısında bir banka oturdum, dalgalara baktım, gökyüzüne baktım, içimden '-başka bir hayat mümkün mü' diye sordum kendime

'-muhakkak' dedi, meğer içimden konuştuğumu zannediyormuşum, yanımdaki bankta sessizce oturuyormuş

[ona sorsan o sabah orda ne arıyordun diye '-seni dinliyordum' demişti ki öyle de oldu 9 ay ben sustum, o dinledi ve buna ben karar verdim, kafamı şaşkınca çevirdiğimde gözlerinde gördüğüm pırıltıdan sonra "başka bir hayat mümkün" inancını kazandıran '-bu kadın bundan sonra mutluluğuma şahit olsun' dedim,ama o sabah keşke beni o kadar güzel dinlemeseydi]

kafamı tekrar dalgalara çevirip '-ne yapmalı' diye sorduğumda gülümsediğini hissettim, kafamı tekrar ona çevirdim, evet gülümsüyordu, sıcacık '-denize dökülen yıldızları bilmiyorsun sen, martılar kanatlarıyla dokunur onlara, her şey başkalaşır ama umut hep taşınır martı kanadında, bir gün yakalarsın umudunu ve hiç bırakmazsın umarım' dedi, o an beni hiç bırakmasın istedim

o gün bankadaki işimi bıraktım, fotoğrafçı Ersan abi'nin bi çayını içtim, iş istedim, önce ama nasıl olur der gibi düşündü sonra '-yarın gel başla evlat, senin gibi çırağı nerde bulcam' dedi.

ertesi gün, bir sonraki gün, ve dahası sabahları denize karşı buluştuk umut öğretmenimle, benim için saadet dolu günlerdi, onun için de öyle olduğunu zannediyordum -hep zannederdi, ama yanlış- aylar sonra ben hayat taşlarımızı yerine oturtmaya çalışırken O, hayatımın umut öğretmenliği vazifesinden istifa etti

hayatını bir yabancıya bağışlayacak kadar cömert bir aşık değilmiş, doğrusu bana aşık değilmiş, daha çok gençmiş, evlilik ona göre değilmiş, artık ben mutluymuşum, onsuz da yapabilirmişim, en başından beri yalnızca benim iyiliğim için bu ilişkiye başlamış, dahası ben O değilmişim

gitmek isteyen gider, O gitti, ben kaldım ama çok değil, sonra ben de gittim, Cunda'ya anneannemin yanında yazı geçirmeye, öyle ya onsuz da yapabilirdim, ama dalgalar kıyısına vururken hala o şehirde değil, sonra bir gün taşkahvede seni gördüm, saçların, bakışın, kitap okuyuşun, her şeyinle O'ydun, 

yarım bırakılanı tamamlamak istercesine geldim sana, sanki yarım bırakılanı tamamlar gibiydik başlarda, ama sonra, sonra her şey değişti, sen sen oldun, O ise artık denize dökülmüştü, hangi martı kanadıyla başka yüreklere taşındı inan umrumda değil, artık sen vardın, keşke en başından beri bu böyle olsaydı, ama en başında sen başka bir hayatta bulduğum O'ydun.

Gözlerimdeki durgunluğun neye delalet olduğunu anlayamamışcasına bakmıştın, çay tabağının altına üstü kalsın niyetiyle 5 TL koyduğumda ise ne istediğimi anlamıştın. O çay bahçesinden ayrılırken -son kez- kulaklarımda radyodan yükselen "bir bahar akşamı rastladım size" şarkısı, aklımda tek şey kalmıştı:

1 ay.
Sorumun cevabı.
Sadece 1 ay kadar bir zaman sonra bana rastlamıştın.

4 Temmuz 2013 Perşembe

'Aşkı geçtik, gözlerini açabilirsin

Dizlerime başını koyduğun günlerden birindeydik yine, hava hırka al çık sıcaklığındaydı, esen rüzgar gezmeye çıkarmıştı evhamlarımızı.
O anlarda hayatlarımızın bir gün birbirinden ayrı geçeceğini bir an için bile olsa düşünmezdim. Ne de olsa sen benim ilk sevgilim, tatil aşkım, yol arkadaşım, tek duamdın. Ne de olsa ben senin son sevdiğin, yaz beyazın, yıldız bakıcın, çok şüküründüm.
Sakin hatıralarımız dolduruyordu günlerimizi, oysa bu işte bir terslik vardı. Sen sesini yükseltmiyordun, kızdırmıyordun, hataya düşmüyordun.
Gerçeklerden uzak bir hayat kurmuşsun bize. Bir gün bütün gerçekleri bizzat anlatan sen olacakken...

Tutuşturdun sigaranı, gökyüzünde bakışların.
Seni öpmek istedim, vazgeçtim.

Çocuklaştı ruhum, saçlarında parmaklarım.
Beni öpmek istedin, sigaranı daha yeni yakmıştın.

Dizlerimde başın, bakışlarında mavi.