23 Ocak 2013 Çarşamba

'Kendi öykümü düzenlemek yetiyor bana

'-sen seversin' bir insanın duyabileceği en güzel cümle.

Kirazı, güneşi, çiçekleri, kedileri, gözlükleri, çikolatayı, kumsalı, gece gezmesini, çalıp oynamayı...

Aslında her şeyi kavramak, mantığa sığdırmak çok basit. Seninle karşılaştığımız yaz ben bütün çizgilerimi silikleştirmiş, sakinliğimi bozacak rüzgara kendimi hazırlamıştım hiç farkında olmadan. Sen aslında herhangi biriydin, ama harika bir görünümdeydin. Gözlerin aydınlatamayacağı hiçbir karanlık yokmuş gibi inandırıyordu insanı sürüklendiği aşka. Ve evet mantıken ben artık birini sevmek için kendimi serbest bırakmıştım ve sen kimsem olabilecek tek kişiydin.

Bu basit hazır olma halinde karşıma bunu hissettiren kişinin çıkması şansla mı açıklanır yoksa kaderle mi bilmiyorum ama bu her ne ise ona minnettarım. Çünkü bana '-sen seversin' diye başlayan cümleler kurabilecek kadar yakınım olmuş bir adam bahşetti, bir süreliğine bile olsa yaşadığım minnete değerdi.

Bilirim.

Sen seversin, kahvaltıdan sonra çayını temiz bardakta içmeyi.

Sen seversin, bilmediğin şehrin sokaklarında gezerken çocuklara gülümsemeyi.

Sen seversin, araba kullanırken radyo açıp Türk Sanat Müziği dinlemeyi.

Sen seversin, çalışmayan aletleri tamir etmesini.

Sen seversin, bir söyleyip beş gülmeyi.

Sen seversin, kitapçılara girip çıkmayı.

Sen seversin, gün doğumunda&gün batımında yüzmeyi.

Sen seversin, domatesi pazardan seçip almayı.

Sen seversin, anneannenin yemeklerini.

Sen seversin, çocukluk anılarını anımsatan limonlu dondurmayı.

Sen seversin, uyumadan önce yıldızları izlemeyi...

Bunlar 2 yıl önceydi.

Alışkanlıkların değişti mi?

16 Ocak 2013 Çarşamba

'Sabahın bir yerinden düşmüş gibiydi yüzün

3 gün sonra öğle vakti taş kahvede tekrar karşılaşmıştık. Arada geçen günlerde içim içimi kemirmişti 'O'nu bir daha görebilir miyim' diye. Senin de tekrar karşılaşmamızdan memnun bir halin vardı. Ama o gün yaptığını hatırlatan bir yabancıdan fazlası değildim.

Tatlı bir kıpırtı sanki yeni beni bulmuştu derinlerimde. Kitabıma gömüldüm ama içimde konuşan yeni benin heyecanını bastıramayacağımı anlamıştım. 'Tekrar masama gelsin, ne olur tekrar konuşsun benimle' diye kıvranıyordu bu yabancı ben.

Kafamı kaldırıp oturduğun masaya bakamıyordum bile. Sonra bir an 'Ya bir daha karşılaşamazsak' dedim ve endişeyle olduğun tarafa baktığımda yok olmuştun. Yaşadığımın gerçeklik payını sorgulamaya başlamıştım. Bütün ihtimallerin yabancı geldiği dünyada ilk defa biri bana 'geçmişte veya gelecekte' dedirtmişti. 

Sanki hiç bitmeyen bir uzaklık gibi; geldin, gülümsedim, yok oldun, bekledim, tekrar geldin ve yine yok oldun. İyi ama bu tanıma isteği de neyin nesiydi.

Senin de artık diğer yabancılar gibi iki gün sonra simaları unutulacaklar arasında olacağını düşünüp çıkmıştım taş kahveden. 'O olsaydı böyle bitmezdi' diyerek adımlarımı balık lokantalarının olduğu sokağa yöneltmiştim. Günün sıcaklığını kahvedeki serinlikte unutmak güzel gelmişti. Sıcak tekrar kendini hissettirince 'Beni çeken neydi' diye sormayı bırakmıştım ki bir ses '-pardon'. 

Durup arkamdan geçip giden adama bakmıştım, bu defa çok kısa olmuştu tekrar karşılaşmamız. Mutlu eden bir kısalık. Arkandan yürüyordum, seni takip etmiyordum ama peşindeydim işte; sen köşeyi dönene kadar. Sen köşeyi dönmüş, ben yola devam etmişken arkamdan gelen aynı ses '-güzel bir gün''

Artık durmamaya, senin çocukça oyununa katılmaya karar vermişken dayanamamıştım. 3 adım sonra durmuştum. Yanımda yürümeye başlamıştın. Çevirip yüzünü yüzüme baktmıştın '-yıldızlar da güzeldir'.

Beni bu kadar gülümseten şey mağrur tavrını inkar eden haylaz bakışların mı çözememiştim ama senin peşinden beni sürükleyen sıcaklıktan emindim. Üstelik ilk defa kendimi yakıştırmıştım biriyle yanyana yürümek meselesine. 'Bu adam O olsun' diye dua eder miydim öyle olmasa...

Sanki sabah beraber uyanmışız, çay içmişiz, denize girmişiz, gezmişiz, gülmüşüz gibi sormuştun, '-akşam balık yiyelim mi'.

Küstahlığın sınırı aşsa da buna izin veren bendim. Yanımda 5 dakikadır yürümesine izin verdiğim bu adam sanki hep var gibiydi. Ve asıl tuhaf olanı yanımda yürümesine izin verdiğim adam yüzünden gideceğim yönün ters istikametine doğru gittiğimi umursamıyordum bile. Bunun diğerlerinden bir farkı var gibi geliyordu ama buna kendimi inandıran şeyin ne olduğunu bulamıyordum. 

Susmuştum, devam etmiştim, ciddileşmiştim. Bunun adı hata olabilirdi, Bir serserinin elde etme oyununda yanlış adımlarımla yanabilirdim. Ama bu yanlış benim doğruyu bulma yoluma elbet bir katkı sağlar diye düşünürken yanımızdan geçen kadının sıkı sıkı elinden tuttuğu çocuğu sana bakıp gülmüş, annesinin elini bırakıp hızla koşmaya başlamıştı. 

O an kendimi durdurmaktan vazgeçip, emin olmuştum. Senin özgür hissettiren rahatlığının verdiği cesaretle isteğim dilimden dökülmüştü '-7'de'.

Kendinden fazla emin ve memnun bir gülüşle karşılık vermiştin '-Nihat'ın yerinde'.

Arkama dönmüş doğru istikamete yönelmiş yürüyorken yüzünde çözemediğim tanıdıklığına bir daha bakmak için durup kafamı çevirdiğimde gözden kabolmuştun. 

Yüzün,

Cunda'nın eski bir sokağına ilk defa duyduğum heyecanımla kimbilir daha önce kaç kişinin hissettiği gibi deli cesaretimle girdiğimde mutlu eden iki cümle benimleydi.

7'de. 
Nihat'ın yerinde.

9 Ocak 2013 Çarşamba

'Ekledim ben tattığım her şeyi denizlere

Dışarıda kar yağıyor, pencerenden baktığında nereyi görüyorsun merak ediyorum. Dünyana neler girdi ben o kapıdan çıktıktan sonra...

2008 yazında taş kahvede yoluma çıkan yabancı adam bile daha yakınım 2010 sonbaharında terk ettiğim adamdan. Güldüğün hikayeler bile değişmiştir gibi. Elinin dokunuşu bile farklıdır artık sanki. Bunun adı özlem mi? Bu merakın sebebi tadın kaldı diye mi?

Oysa çok güzel devam etmiştim senden sonra, sana rastlayana kadar. Seninle geçen 2 yılın üstüne sensiz 2 yılı devirmiştim huzurla. Hem hak etmemiş miydin bu ayrılığı ve en önemlisi ben doğru yolda değil miydim?

Evet öyleydi ama çok görme seninle büyüdüm ben. Kalbimden çok aklıma düşüyorsan sebebi hatıralarımın her köşe başında izin var diye. Çok görme...

Komik zamanlarımız olurdu; kahkahalarla gülerdim, gülümserdim, sırf gıcık ol diye '-hiç komik değil' derdim.

Kötü zamanlarımız olurdu; susardın, sarılırdın, hiçbir şey yokmuş gibi '-akşama şu oyuna gidelim mi' derdin.

Sıradan zamanlarımız çoktu; sanki sen hep vardın, sanki ben hep vardım, sanki biz zaten hep vardık. Ve zaten öyleydi.

Abartılı zamanlarımız da oldu; birbirimizi bulamasak sanki hayat o yaz bitecekmiş gibi, birbirimizin olamasak sanki herkes aynılaşırdı gibi.

Birbirimiz...
Bir bir akıp aynı yola geldiğimiz.

Ne zamanlar geçti, sen bana güzelliği öğrettin, ben sana iyiliği. Büyüdüğüm kitapları, filmleri, şarkıları bana önce sen önermiştin '-mutlaka oku, izle, dinle' diye. Gördüğün şehirleri günlerce araştırmıştım da sonra sana ben tutturmuştum '-hadi buraya, şuraya, oraya gidelim' diye.

"Dünyayı güzellik kurtaracak
Bir insanı sevmekle başlayacak her şey"

Benim dünyam böyleydi işte.

'Bu adam, karşımda oturan bu adam, bana yıldızları izlemeyi teklif eden bu adam' geleceğini bilmeden seni onlarca yıldızla süslemiştim, sonra yine gelmiştin ve ben seni sevmeye niyetliydim.

Ya sen hakkını vererek sevdiğim, hakkını vererek terk ettiğim? Senin dünyan ne alemde?

O yaz masasına oturduğun günden sonra 2 yılını onla 2 yılını onsuz geçirdiğin bu kadın dünyana ne getirmişti? Hakkını vererek sevmiş miydin onu? Şimdi bambaşka biriysen izi var mıdır hatıralarında? Merak ediyorum, benden sonra hiç kedi girdi mi evine, hala gün doğumunda & gün batımında denize girmeyi seviyor musun?

Merak etme tekrar aynı yola gelelim diye sormuyorum bunları, sadece kedi gibi merak ediyorum bensiz geçen hayatını ve sensiz geçen hayatımı merak edip etmediğini?

Sadece merak. Özlemedim seni.

5 Ocak 2013 Cumartesi

'Bunu kimse söylemedi belki düşündü

Hikayemizin önce sonunu sonra başını yazdım. Eksik, belki başkaca. Ya ortası, baharı, kara kışı, yağmuru, gökkuşağı, kokusu, rengi? Yavaş yavaş yaklaşan fırtınası, fırtına sonrası dağılmışların hesabı, ruhların durulması, anıların tozu? Sevmenin verdiği naiflik, 'geçmişte veya gelecekte' hissi?

Şimdi o bir daha olmayacak zamanlara dönüyorum, '-hatırladın mı diye' sorma niyetindeyim o zamanlarda sormadıklarımla. Çünkü bilirsin ben sana hiç soru sormamıştım gerekmedikçe, sen anlatmıştın zaten içinden geldikçe. 

Bizim sorunumuz bu soru sormamazlıktan mı ileri geldi diye düşündüğüm anlar oluyor. O zamanlar anlatmadıklarını fark ettiğim halde susmayı seçmiştim, bir gün bilmediklerimizin bir anlamı kalmayacağını düşünerek.

Şimdi sorduğumda cevaplayamayacağın '-bunca soru niye' diye düşünme.

Başka türlü bir şey bu; günah çıkarmak değil, haklılık savaşı değil, bitirememek hiç değil. Toparlamak belki, dağıtılanların yerini bir yenisi alamaz diye belki... Anlatabildim mi?

3 Ocak 2013 Perşembe

'Rüzgâr uzak karanlıklara sürmüş yıldızları

'-Yıldızları izleyelim mi' diye sormuştun. Şaşırmamı istemiştin, ve evet şaşırmıştım.

Atılgan gerçekte B.'ye yetişebildi mi diye düşünürken aylak aylak, yabancı birinin masama oturup yıldızları izleyelim mi diye sormasına değil ama güneşin altında gelen soruya şaşırmıştım. '-Gündüz vakti mi' diye cevap vermiştim karşıma oturmuş adama.

Sonra terslenmeyi bekleyen muzur bakan yüzüne ciddi bir ifade takınıp '-Hayır, her gece, uyumadan önce' demiştin küstahça.  Ne tepki vereceğimi hiç kestiremeden, sonunda sırıtmadan.

Cevap vermemiştim sana. Beyaz tahta sandalyesinin kulpuna astığım hasır çantamdan cüzdanımı çıkarıp masaya üstü kalsın dediğim bir hesap bırakıp gitmiştim taş kahveden. Kıpırdamadan gidişimi izlediğine emin olmasam arkamı dönüp o çocuk haline sadece bir kere bakmak istedim gülümsememi kendimden saklayarak.

Ama bakmamıştım. Çocuk halime dönmek istercesine sahildeki dondurmacıya girip limonlu dondurma ısmarlamıştım kendime.

Bir çocuk için fazla zor bir soru kalmıştı aklımda. Acaba tanışmış olabilir miydik?

Oysa bir çocuk için fazla kolay bir soru sormuştun. Yıldızları izleyelim mi, ??, ıımmm neden olmasın.

Serserinin teki olmalı, ama gözlerini hatırlıyorum gibi, komiklik yaptı sanıyor küstah, ama yüzüne elim değmiş gibi, belli ki aklı beş karış havada, ama daha önce onu sevm, ee yeter ama. tatlı bir anıydı işte, bitti.

Ertesi gün taş kahvenin önünden geçtim belki oradasındır diye. Gönlüme rüzgarın girmişti artık bir kere.

Yoktun. Belli ki birbirimize teğet geçmişiz diye geçirdim içimden. Bilememiştim gerçeği, geleceği Cunda'nın sokaklarını gezerken. 

Sonu mutlu bitmeyen hikayemize rağmen iyi ki bilememişim, bilirsin sürprizleri severim.

Niye hatırladım bu evrendeki ilk günümüzü şimdi bilmiyorum ama umarım başka bir evrende beraber yıldızları izliyoruzdur hala, her gece, uyumadan önce...

2 Ocak 2013 Çarşamba

'Ne güzel şey hatırlamak seni

O gece senle diz dize oturduk. 
Ben son kez baktım yüzündeki çizgilere. 
Sen son kez baktın yüzümdeki ifadeye.

Biz son kez birbirimize her şey olduk.
Anne-Baba
Kardeş-Evlat
Dost-Yar

Sabah 'ilk kim kalkar diğerini terk edebilir cesaretle' diye bir soru vardı aklımda, ama sustum.
O gece diz dize oturduk son kez ve seviştik tüm yaralarımızla.
İnandığım adam değildin, cebindeki kadın değildim.
Sahi biz o gece birbirimizle mi sevişmiştik?

Korkum 'hiçbir şey olmamış gibi devam etmek istercesine uyanıp kahvaltıyı hazırlamak'
Cesaretim 'hiçbir şey yaşanmamış, sanki seni hiç tanımamışım gibi çekip kapıyı çıkmak'

Kalktım, çayı demledim, kahvaltı masasına tereyağı-peynir-zeytin-bal-kızarmayı bekleyen birkaç dilim ekmek çıkardım. Kalabalık bir sofra kurmadım tam sevdiğin gibi ama bir çay bardağı eksik. (ve gittim.)

Söylesene o sabah kahvaltıyı evde mi yaptın yoksa caddedeki pastaneye mi gittin?

Bana kızmaya hakkın yok. O sabah yalnız uyanacağını biliyordun.

Geçmişi deşmemden nefret ediyorsun değil mi? Şimdi yıllar sonra, birbirimizin üstüne başka bir hayat yaşamış olmamıza rağmen birbirimizi bir daha bulmamızın hatrına '-bunca yıl sonra nasılsın' diye konuşmaya devam etmek tercihindir, bilirim.

Bunca yıl sonra '-iyiyim', iyi olmanın iyi bir tarafı kalmış da sanki. 

Şimdi aynı soruyu benim sormam gerekiyor ama korkuyorum 'iyiyim' dedikten sonra şu köşedeki sokaktan yabancılığımıza döneceksin diye. '-sen nasılsın'

Yüzündeki çizgiler, değişmişsin. '-iyiyim' diyorsun, yüzümde o gece ve onun öncesinde gördüğün ifadeyi bulamamış olmanın kırıklığıyla, değiştim.

Saçlarımı sevdiğin düzlükten kurtardım. Sakalların sevdiğim kısalıkta değiller.

Bir hayat bağışlamak bir yabancıya cömert bir aşk ister. O sabah ben kahvaltıya bir çay bardağı daha koysaydım cömert bir aşık olur muydum?

Sana sarılmak istiyorum. Bana kalelerimi yakıp yıkmış adamı hatırlatmıyorsun, ne tuhaf.

Bana saygı duyuyor musun? Sana yanlışlarını hatırlatan bir kadınmışım gibi hissediyorum, ne tuhaf.

Sarılmıyoruz. Onca zaman beraber bir hayat sürdüren iki insan değilmişiz gibi farklı yönlere gidiyoruz. Buruk bir gün. Sevdiğim yanlışlar var. Doğru hayatın içinde olduğum hissine rağmen...


*yaşanmamış bir hayattan anlatmak istedim CUNDA HİKAYESİ'ni...